Kahve eski çağlardan beri doğu kesimlerinin popüler içeceği olmuştur. Bazı eski Arap efsanelerinde, bilinmeyen uyarıcı nitelikleriyle beraber bu siyah ve acı içecek hakkında hikayeler anlatılmıştır. Günümüzden sadece 300 yıl önce kahve batıya varmıştır. Kahvenin keşfi ve çekirdeklerin kavrulma işlemi bir tesadüf sonucu gerçekleşmiştir. Aynı rastlantıyı bu bitkinin adı olan, Etiyopya’da kahvelerin yetiştiği tarlaların var olduğu Kaffa bölgesinden geldiği apaçık belli “kahve” kelimesinin ortaya çıkışı için söylemek mümkün değildir. Kahve yolculuğuna buradan başlayıp Yemen’e varıp kısa bir zaman sonra da Arabistan ve Mısır’a yayılarak kentlilerin ve benzeri hükümranlıkların yaşamlarının bir parçası haline gelmiştir. Doğu ile Batı arasında 16. yüzyılda pekişen ticari ilişkilerle, kahve dünyada büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.
Dünya kahve üretiminde Arap monopolitesinin sonuna gelinip Hollandalı tüccarların sahneye çıktığı 1690’a kadar bu durum devam etmiştir. Yemenliler tarafından sırrı dikkatle korunan kahve bitkisi, Mekke’de hacda bulunan Hintli Baba Budan’ın bu gizemli içeceği Hindistan’daki Hollanda kolonisi Misore’ye tanıtmasıyla yeni ufuklara doğru yelken açmıştır. Bu olay bütünüyle merak uyandıran hileli bir yöntemle vuku bulmuştur. Baba Budan bir miktar kahve çekirdeğini kaftanının içine gizlemiş ve oradan kaçırmıştır. Yemenliler kahve ticaretindeki tek hakimiyetlerini kaybetmiş ve yetiştirmedeki imtiyazlarını Yemen’deki Moka sahillerinde,ona ayrılan bölgede kahve yetiştiren Nikolas Witten öncülüğündeki Hollandalılarla paylaşmaya başlamışlardır.
Bu sadece tek bir bitki olsa bile, bu numune günümüzde dünyadaki üretim tarlalarını oluşturmak gibi olağanüstü bir hedefe ulaşmayı mümkün kılmıştır. Hindistan’daki Hollandalı koloniler ve Amsterdam’daki botanik bahçelerinin seraları, geniş ölçekte Batavia, Java Adası, peşi sıra gelen Doğu Hindistan, Seylan ve Surinam dünyadaki bu en müstesna, değerli bitkilerden birine ev sahibi olmuştur. Doğu Hindistan firmasının Ümit Burnu’nu denizden dolaşan Hollanda gemisi kıymetli kargolarını Rotterdam limanına getirmiştir. Buradan sadece birkaç sene içinde büyük bir Avrupa pazarı gelişmiştir. 1700 yılı civarlarında Akdeniz farklı geçiş yollarıyla kahvenin rotasını belirgin olarak Avrupa’ya çevirmiştir. Doğudan gelen bu kıymetli içecek sonradan Venedik’e, Napoli, Marsilya, Amsterdam, Hamburg ve Londra’ya ulaşmış ve düzenli tüketilir hale gelmiştir.
Kahve bitkisi 1723’te Orta ve Güney Amerika’ya getirilmiştir. Her şey denizaşırı kaptanı ve deniz piyade yarbayı Gabriel de Clieu’nun Paris’e gittiğinde ve Versaille Kraliyet Sarayı’nın saray bahçıvanlarından yetiştirilmiş dört kahve bitkisinden birini Martinik’e götürmek üzere istemesiyle başlamıştır. Mayıs ayı içinde Fransız Kaptan Nantes’tan Antillere doğru yelken açmış, sayısız tehlikeyle tehdit altındayken günler boyunca bitki fidesini büyük bir sıkılık ve dikkatle gözleyip bakım altında tutmuştur. Varış zamanı Gabriel de Clieu’nun diktiği bitkinin boyu yalnızca 5 santimetreyken 20 ay sonra bitki bol bol ürün verecek kıvama gelmiştir. Çekirdekler, bu ürünün anormal ekonomik değerini çabuk sezmiş olan dini yapı ve lokallere dağıtılmıştır. Sadece 3 yılda yalnızca Guadalupe ve Santa Domingo değil diğer Fransız kolonileri Guyana, Antiler, Kosta Rika ve Bourbon Adası da binlerce kahve ağacıyla kaplanmıştır.
Martinik’teki adanın volkanik dağının püskürtmelerinin kakao ağaçlarına zarar vermesi sebebiyle kakao tarlaları kahve üretim sahalarıyla değiştirilmiştir. Bu arazilerden elde edilen hasat Avrupa pazarında ta ki Napoleon tarafından çok yüksek vergiler konulup bloke edilene değin Fransa’nın liderliğini korumasına olanak sağlamıştır. Diğer üreticiler doğal olarak avantajlı durum elde etmişlerdir. 1723’te de Hollandalılar ve Fransızlar önceki sömürgeleri Java ve sonraki kolonileri Martinik Adaları’na ihraç etmişlerdir. Brezilya’nıngünümüzün gerçek kahve cenneti olması 1727’de Brezilyalı Teğmen Francisco de MelloPalheta, Cayenne valisi Claude de Guillonet’le Guyana’yla sınır uyuşmazlığı konusunda diplomatik bir görüşme yapmasıyla başlamıştır. Bu görüşme esnasında ikram edilen kahve ve likör teğmenin ilgisini çekti ve validen bu içeceğin bitkisini istemiştir. Lordd’Orvilliers bu teklifi nazikçe reddetmiş ancak yemekten sonra atılgan Brezilyalı vekil valinin hanımıyla bahçede yürürken bitkileri tekrar istemiştir.
Brezilyalının ilgisinden büyülenmiş asilzade bayan birkaç adet kahve meyvesi toplamış ve “Bunları alın, eşimin bunları herhangi bir kimseye vermesi mümkün değil ama ben istediğim birine sunmakta serbestim.” diyerek teğmenin cebine gizlice koymuştur. Bu hileli manevra Brezilya arşivlerinde bulunan birçok dökümanla da ispatlanmıştır. Sadece birkaç on yılda bu ekinler Parana Eyaleti’nin ötesine değin yayılmıştır. Toprakların uçsuz bucaksız olmasına ve o sıralar piyasa tekeli olan Fransızlarla Hollandalıların temkinle direnç göstermelerine rağmen Brezilyalıların inatçılığı karşılığını vermiştir. Üretim miktarı dalgalansa da günümüzde hala dünyanın en büyük kahve üreticisi Brezilya’dır. Üretimin 1727’de başladığı ülkenin kuzeyindeki üretim sahaları önce Rio de Janeiro’ya, 19. yüzyılın ilk yarısında da son olarak Sao Paolo ve Minas eyaletlerine taşınmıştır.
Buralar ülkenin en önemli ekonomik kaynağı haline gelmiş yeni üretim bölgeleri için ideal yetiştirme ortamları olmuştur. Kahve Afrika orijinlerine rağmen o dönemlerde maksimum yayılımını Orta ve Güney Amerika’da gerçekleştirmiştir. Orijin ülkelerine geri dönüşü yakın bir dönemdedir. Birinci Dünya Savaşı bitmeden İngilizlerin Orta Afrika’da ekim ve üretime yeni bir hız kazandırmasıyla bu efsanevi içecek tekrar Afrika Kıtası’na ulaşmış ve dünyaya ihracat yapan bu bölgeler iyileştirilmiştir.
İtalya’da Kahvenin Gelişimi
Egzotik baharatların ticaretinde uzmanlaşan büyük tacir cemiyetleri 16. yüzyılın ikinci yarısında Akdeniz’i yelkenli gemileriyle geçerek bu efsane çekirdekleri Avrupa’nın önde gelen limanlarına tanıtmışlardır. 1570’te doğu kesimin gerçek ticaret merkezi Venedik, kahvenin ilk kez tütünle aynı zamanda tanıtılıp ithal edildiği şehir olmuştur. Kahvenin gelişi ve sahneye çıkışı meşhur doktor ve botanikçi ProsperoAlpini sayesindedir. Mısır’da uzun süreli kalışı esnasında, kavrulup öğütülmüş ve kaynatılarak demlenen siyah içeceğin yerel popülasyonunu fark etmiştir. Sadece birkaç yılda bu içecek Venedik’e ait yerlerde oldukça popüler olmuş ve gitgide artan bir kahve ticareti oluşmuştur. 1683’te, ST. Mark Maydanı’ndaProcuratie (vekillik) kemeraltında ilk kahve dükkanı açılmıştır. Venedik hükümet mercileri yeni açılımları durdurmaya kalkışana dek şehrin küçük meydanlarında kahve dükkanları açılmaya devam etmiştir. Kahvenin takdim ve tanıtımına yüksek rütbeli din adamları da karşı çıkmış ve “şeytanın içeceği” olarak tanımlayıp yasaklanmasını Papa VIII. Clement’ten istemişler ancak ret cevabı almışlardır.
Tarihsel rivayetlere göre Papa bir fincan kahveyi tattıktan sonra kendi kendine şöyle haykırmıştır: “Bu içecek o kadar lezzetli ki sadece inanmayanların içmesine izin vermek hicap olacaktır. Hristiyan içeceği olarak takdis edecek ve tayin ederek şeytana karşı savaşacağız.” Gerçekten bu sözler kahvenin altın çağının başlangıcı olarak göze çarpmış ve İtalyanlar arasında popüleritesi gitgide yükselmiştir. Artık bu efsanevi içecek şık dükkanlarda ve sade popüler cafelerde her zaman her yerde tüketilerek bir zümreye özgü tedavi edici imajını yitirmiştir. Sosyal gruplarda, kahvenin geleceğin İtalyan kültür ve sanatının bir ifadesi olarak hem yüksek düzeyli hem daha genel müzakerelere, sohbetlere mükemmel eşlik ettiği fark edilmiştir. Bu keyif “Kahve Evi” kitabının büyük Venedikli yazarı Carlo Goldoni’yi ve 1764’te kurulmuş haftalık edebiyat-felsefe gazetesinde II Cafe başlık adıyla yazan PietroVeri’yi de etkilemiştir. Goldoni’nin çalışması ilk İtalyan kahve dükkanlarından biri olan Venedik’teki CaffeFloriana’yı da etkilemiştir.
Bu yeni modanın başarısı Avrupa’nın ötesinde de onanmış, bu akım diğer büyük İtalyan şehirlerini de kısa zamanda fethetmiştir. Hem artistik hem de tarihi tarz ve görünümlü Caffelerden bazıları Torino’da “Mulassano”, “San Carlo”, “Caffe Torino”; Pauda’da “Pedrocchi” ve Roma’da “CaffeGreco” olmuştur. Bu Caffelerde halktan konuşmacılar, küskün politikacılar idareye karşı muhalif sohbetleri yapmış, edebiyat insanları, ustaları meslektaşlarına sert eleştirilerde bulunmuş ve gazetecilerde makalelerini, röportajlarını yine kahve eşliğinde yazmışlardır. Günümüzde de kültür ve sanat bu Caffelerde iç içe yürümekte, bu mekanlar İtalyan geleneğinin sembolü ve adeta tarihi tapınakları olarak varlığını sürdürmektedirler. Caffeler dünyanın her yerinden sanatçıların, ressamların, yazarların ve politikacıların bir araya gelecekleri, iyi bir fincan kahveyi yudumlayacakları şık ve görkemli dekore edilmiş mekanlar haline gelmiştir.